Büyük küçük demeden üzerimize yüklenen duygu: kaygı...
Hepimizin iyi kötü bir takım endişeleri var elbette, fakat son yıllarda iyice küçük yaşlara inen kaygı durumundan da kaygılanmaya başladık. Gündemler, yaşanan zorluklar, zorbalıklar, tutunmaya ve hatta yaşamaya çalışmakla bu durum ne yazık ki taçlanıyor.
Peki çok küçük yaşlara inen kaygı durumu, tetiklenmesin diye korunmaya çalışmak daha fazla yük bindiriyor olabilir mi?
Nazik ve saygılı olsun istediğimiz evlatlarımızın, nazik olmayan akranları sistemi bozuyor. O zaman aynı şekilde karşılık vermesini içten içe arzuluyor ama bunu nasıl bünyeye ekleyeceğimizi bilemiyoruz. Hem kimseye zarar vermeyecek kadar iyi huylu, hem de kendini koruyabilecek kadar cevval olmasını istedğimiz çocuklarımıza adaleti öğretemiyor ve biz de bocalıyoruz.
Bir süre sonra sistemin içinde yok olmaya ve hırpalanmaya başlanan ''nazik''ler bize ''acaba hangisi doğru?'' diye sorgulatmaya başlıyor. Oysa doğru cevap zaten sürekli içimizde yankılanıyor. Bilinçsizlerin, bilinçsizce egolarının beslenmesi bu durumları şiddetlendiriyor.
Bütün bunların tek bir çözümü veya birden fazla önlemi var mı bilemiyorum fakat her geçen gün parlak fikirlerin baş gösterdiği bir ortamda buna da bir çözüm bulunmalı.
Herkesin dilindeki 'ahlaki çöküş' ün sebebi tam olarak kimler? Güzel yetiştirilmiş bir kuşağın, böyle bir kuşak yetiştirmesi normal mi? Ekranların içinde küçülen hayatlarımızda sıkışıp kaldık. Kafamızı kaldırıp etrafı göremez hale geldik. Yardım etmekten, güvenmekten, sevmekten öylesine korkar hale geldik ki; bunlara bizim de ihtiyacımız olduğunu unuttuk.
Kişisel verilerin gizliliği yalanıyla bütün verilerimizin açık hale geldiği ve bundan kimsenin kaçamadığı, güvensizlik yorganını üstümüze çektik. Uyumaya uyunmuyor da, uyumadığımızı da anlasınlar istemiyoruz. Susmak uyanıklık addedildi, konuşmak ahmakça bir cesaretten öteye gidemedi. Geçmiş güzellemelerinden top yekün bıktık ama duymaya dayanamadığımızdan bıktık. Özlemekten ve özenmekten bıktık çünkü. Bir insanın gözlerine bakıp aşklar, dostluklar kurmaktan, komşuluktan, birine içimizi açmaktan korktuk.
Artık cümlelerin, yalnızlıkların, kalabalıkların, melodilerin, sevmelerin, kimliklerin hiç önemi kalmadı. Koparıp alındı elimizden. Globalleşme çöplüğünde kokuştuk hepimiz. Öyle kirlendik ki , içimiz pislikten karardıkça, dışımız tertemiz ışıldamaya başladı. Dilimizde süslü kelimeler , içimizde riyakarlık varken, yarınlara hangi güzel mirası bırakacağız?
Farkında olmadan kaygı taşıdığımız şeyler de var elbette, burda psikolojik açıdan değerlendirme yapamam tabii, alanım da değil, tamamen sosyolojik olarak, bu hissiyatlardan geçmiş biri olarak yorumluyorum. Siz buna dertleşme olarak da bakabilirsiniz.
Başkasının acısını hiç umursamayanlar türedi diyoruz. Acaba gerçekten umursamıyorlar mı yoksa için için kaygılanan taraftalar mı? Artık empati kurmak çözüm bulmaktan uzaklaştık. Artık 'acaba bana da olur mu?' kaygısı taşıyoruz. Çünkü başımıza her şeyin gelebilir olduğunu kabullendik. Yani o sosyal ruhumuzun cenazesi kalktı.
Yazarken çok mu umutsuz çok mu sert oldu acaba diye 'kaygı'landım. Sonra dedim ki; 'Hayır Rüya. Bunlar sadece düşünce değil, duygu aktarımı. Senin gibi hisseden bir sürü insan var.' Var mı? Orda mısınız?
Edebi ve duygusal olmaktan kaçınıyorum, daha gerçekçi ve duru yazmak istiyorum. Fakat bu durulmaz kalem alıştığı yola sapıyor devamlı. Kalem bile kaygılı sayın seyirciler :)
Toparlayayım, sonuç olarak:
İçine girdikçe girdaba dönüşen, çıkmaya çalıştıkça batılan bu hikayeden kurtulan yok. Sadece konuşup, yakınıp, hiçbir şey yapmadan kabullenmemeliyiz artık.
Bir an evvel silkelenmeli ve kendimize gelmeliyiz. Hatta zorunlu eğitimler verilmeli, üstüne hiçbir şey, hiç kimsenin yanına kalmamalı. Yapılanların kolayca unutulmadığı, kimsenin hiçbir olumsuzluğu görmezden gelmediği bir yıl ve yıllar diliyorum. Hepimizin yeni yılı güzel olsun. Sevgiyle...
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Rüya Çakır
KAYGILANDIRABİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?
KAYGILANDIRABİLDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?
Büyük küçük demeden üzerimize yüklenen duygu: kaygı...
Hepimizin iyi kötü bir takım endişeleri var elbette, fakat son yıllarda iyice küçük yaşlara inen kaygı durumundan da kaygılanmaya başladık. Gündemler, yaşanan zorluklar, zorbalıklar, tutunmaya ve hatta yaşamaya çalışmakla bu durum ne yazık ki taçlanıyor.
Peki çok küçük yaşlara inen kaygı durumu, tetiklenmesin diye korunmaya çalışmak daha fazla yük bindiriyor olabilir mi?
Nazik ve saygılı olsun istediğimiz evlatlarımızın, nazik olmayan akranları sistemi bozuyor. O zaman aynı şekilde karşılık vermesini içten içe arzuluyor ama bunu nasıl bünyeye ekleyeceğimizi bilemiyoruz. Hem kimseye zarar vermeyecek kadar iyi huylu, hem de kendini koruyabilecek kadar cevval olmasını istedğimiz çocuklarımıza adaleti öğretemiyor ve biz de bocalıyoruz.
Bir süre sonra sistemin içinde yok olmaya ve hırpalanmaya başlanan ''nazik''ler bize ''acaba hangisi doğru?'' diye sorgulatmaya başlıyor. Oysa doğru cevap zaten sürekli içimizde yankılanıyor. Bilinçsizlerin, bilinçsizce egolarının beslenmesi bu durumları şiddetlendiriyor.
Bütün bunların tek bir çözümü veya birden fazla önlemi var mı bilemiyorum fakat her geçen gün parlak fikirlerin baş gösterdiği bir ortamda buna da bir çözüm bulunmalı.
Herkesin dilindeki 'ahlaki çöküş' ün sebebi tam olarak kimler? Güzel yetiştirilmiş bir kuşağın, böyle bir kuşak yetiştirmesi normal mi? Ekranların içinde küçülen hayatlarımızda sıkışıp kaldık. Kafamızı kaldırıp etrafı göremez hale geldik. Yardım etmekten, güvenmekten, sevmekten öylesine korkar hale geldik ki; bunlara bizim de ihtiyacımız olduğunu unuttuk.
Kişisel verilerin gizliliği yalanıyla bütün verilerimizin açık hale geldiği ve bundan kimsenin kaçamadığı, güvensizlik yorganını üstümüze çektik. Uyumaya uyunmuyor da, uyumadığımızı da anlasınlar istemiyoruz. Susmak uyanıklık addedildi, konuşmak ahmakça bir cesaretten öteye gidemedi. Geçmiş güzellemelerinden top yekün bıktık ama duymaya dayanamadığımızdan bıktık. Özlemekten ve özenmekten bıktık çünkü. Bir insanın gözlerine bakıp aşklar, dostluklar kurmaktan, komşuluktan, birine içimizi açmaktan korktuk.
Artık cümlelerin, yalnızlıkların, kalabalıkların, melodilerin, sevmelerin, kimliklerin hiç önemi kalmadı. Koparıp alındı elimizden. Globalleşme çöplüğünde kokuştuk hepimiz. Öyle kirlendik ki , içimiz pislikten karardıkça, dışımız tertemiz ışıldamaya başladı. Dilimizde süslü kelimeler , içimizde riyakarlık varken, yarınlara hangi güzel mirası bırakacağız?
Farkında olmadan kaygı taşıdığımız şeyler de var elbette, burda psikolojik açıdan değerlendirme yapamam tabii, alanım da değil, tamamen sosyolojik olarak, bu hissiyatlardan geçmiş biri olarak yorumluyorum. Siz buna dertleşme olarak da bakabilirsiniz.
Başkasının acısını hiç umursamayanlar türedi diyoruz. Acaba gerçekten umursamıyorlar mı yoksa için için kaygılanan taraftalar mı? Artık empati kurmak çözüm bulmaktan uzaklaştık. Artık 'acaba bana da olur mu?' kaygısı taşıyoruz. Çünkü başımıza her şeyin gelebilir olduğunu kabullendik. Yani o sosyal ruhumuzun cenazesi kalktı.
Yazarken çok mu umutsuz çok mu sert oldu acaba diye 'kaygı'landım. Sonra dedim ki; 'Hayır Rüya. Bunlar sadece düşünce değil, duygu aktarımı. Senin gibi hisseden bir sürü insan var.' Var mı? Orda mısınız?
Edebi ve duygusal olmaktan kaçınıyorum, daha gerçekçi ve duru yazmak istiyorum. Fakat bu durulmaz kalem alıştığı yola sapıyor devamlı. Kalem bile kaygılı sayın seyirciler :)
Toparlayayım, sonuç olarak:
İçine girdikçe girdaba dönüşen, çıkmaya çalıştıkça batılan bu hikayeden kurtulan yok. Sadece konuşup, yakınıp, hiçbir şey yapmadan kabullenmemeliyiz artık.
Bir an evvel silkelenmeli ve kendimize gelmeliyiz. Hatta zorunlu eğitimler verilmeli, üstüne hiçbir şey, hiç kimsenin yanına kalmamalı. Yapılanların kolayca unutulmadığı, kimsenin hiçbir olumsuzluğu görmezden gelmediği bir yıl ve yıllar diliyorum. Hepimizin yeni yılı güzel olsun. Sevgiyle...