Nasreddin Hoca’nın masum dünyasında parayı veren düdüğü çalıyordu.
Kapitalizmin narsist, yüzsüz ve vicdansız düzeninde ise parayı hizmet öncesi veren çoğu zaman vaatlerin yerine getirilmediğine tanık oluyor; emek veren ise emeğinin karşılığını göremiyor.
Peki, bu keskin kültürel değişimin ardındaki gerçek nedir?
Şehirleşmeyle birlikte kalabalık kitleler, karanlık zihniyetler için cazip bir pazar hâline geldi.
Bu zihinler; hukukun boşluklarını, teknolojinin sanal gerçekliğini ve modern hayatın soyut hizmet ihtiyacının muğlak doğasını kullanarak, kelime oyunlarıyla dolandırıcılıktaki “yaratıcı zekâlarını” geliştirdiler.
Oysa karakterin olmadığı yerdeki kurnazlık, ancak bulaşıcı bir hastalık olarak tanımlanabilir.
Bir marka, hizmetinin arkasındadır; önünde değil.
Parayı hizmet öncesi isteyenler, sizi zorla yıllık sözleşmeye bağlayanlar, aslında kendi hizmetlerinin kalitesizliğini, çakallığını ve içi boş doğasını “profesyonellik” maskesiyle yasal yaptırımların arkasına gizliyorlar.
Üstelik siz, onların “dâhiyane (!) hizmetlerinden” faydalanabilmek için ödeme yaptığınızda bir ayrıcalık kazandığınızı sanıyorsunuz.
Ama para karşı tarafa geçtiği anda, kralın çıplaklığı görünür olur. Boş vaatler, süslü sözler ve yapay incelikler birer birer dökülür.
Hizmetten memnun kalmadığınızda ya da bir aksaklık yaşandığında, bu kez küstah ve arsız bir karakter belirir.
Ve ironik biçimde, hiçbir emek harcamamış bu kişiler, hak etmedikleri paranın en ateşli savunucuları hâline gelirler.
Sizi suçlu ve usulsüz davranan taraf olduğuna inandırmaya çalışırlar.
Şişkin egolar ve çürük vicdanlar, içi boş yasal dayanakların arkasına saklanarak sizi tehdit eder; ağır yaptırımlar uygulamaya kalkışırlar.
Fakat biz toplum olarak — vatandaş olarak, tüketici olarak — yasal haklarımızı yeterince bilmiyoruz.
Bizi koruyan kurumları tanımıyoruz.
Dolandırıcılarla karşılaştığımızda yasal sürece girmekten korkuyor, prosedürleri bilmiyor, uğraşmak istemiyoruz.
Ve en acısı: emeğimizden çok kolay vazgeçiyoruz.
Dolandırıcılar da işte tam bu boşluğun keyfini sürüyorlar.
Fareler delikleri severler.
Ya onların cirit atmalarına izin vereceğiz, ya kapana sıkıştıracağız, ya da delikleri tamamen kapatacağız.
Toplumda vicdanın “v”sini bile taşımayan insanların varlığını kabullenmek, sizi her ticari etkileşimde bir kez daha düşünmeye davet eder.
Başınıza iş açmadan önce aklınızı başınıza toplamak bir güç ve özgürlüktür. Kurnazların haddini ancak akıl cambazları bildirecektir.
Unutmayın:
Emek, sadece para değildir.
Emek — vaktinizdir, enerjinizdir, inancınızdır, güven duygunuzdur, umudunuzdur, hatta ruh sağlığınızdır.
Bunların hiçbirini birilerinin haksız kazanç hırsı için harcatmayın.
Sizin haksızlık karşısındaki mücadeleniz, bu tür kemirgenlerin hızını kesecek; başkalarının mağduriyetini de önleyecektir.
Vicdanlı insanlar kendilerine sahip çıktığında, çakalları sırtlanlarla baş başa bırakacaktır.
Hanife KOŞAR
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hanife Koşar
Parayı Veren Artık Düdüğü Çalamıyor
Parayı Veren Düdüklenir
Nasreddin Hoca’nın masum dünyasında parayı veren düdüğü çalıyordu.
Kapitalizmin narsist, yüzsüz ve vicdansız düzeninde ise parayı hizmet öncesi veren çoğu zaman vaatlerin yerine getirilmediğine tanık oluyor; emek veren ise emeğinin karşılığını göremiyor.
Peki, bu keskin kültürel değişimin ardındaki gerçek nedir?
Şehirleşmeyle birlikte kalabalık kitleler, karanlık zihniyetler için cazip bir pazar hâline geldi.
Bu zihinler; hukukun boşluklarını, teknolojinin sanal gerçekliğini ve modern hayatın soyut hizmet ihtiyacının muğlak doğasını kullanarak, kelime oyunlarıyla dolandırıcılıktaki “yaratıcı zekâlarını” geliştirdiler.
Oysa karakterin olmadığı yerdeki kurnazlık, ancak bulaşıcı bir hastalık olarak tanımlanabilir.
Bir marka, hizmetinin arkasındadır; önünde değil.
Parayı hizmet öncesi isteyenler, sizi zorla yıllık sözleşmeye bağlayanlar, aslında kendi hizmetlerinin kalitesizliğini, çakallığını ve içi boş doğasını “profesyonellik” maskesiyle yasal yaptırımların arkasına gizliyorlar.
Üstelik siz, onların “dâhiyane (!) hizmetlerinden” faydalanabilmek için ödeme yaptığınızda bir ayrıcalık kazandığınızı sanıyorsunuz.
Ama para karşı tarafa geçtiği anda, kralın çıplaklığı görünür olur. Boş vaatler, süslü sözler ve yapay incelikler birer birer dökülür.
Hizmetten memnun kalmadığınızda ya da bir aksaklık yaşandığında, bu kez küstah ve arsız bir karakter belirir.
Ve ironik biçimde, hiçbir emek harcamamış bu kişiler, hak etmedikleri paranın en ateşli savunucuları hâline gelirler.
Sizi suçlu ve usulsüz davranan taraf olduğuna inandırmaya çalışırlar.
Şişkin egolar ve çürük vicdanlar, içi boş yasal dayanakların arkasına saklanarak sizi tehdit eder; ağır yaptırımlar uygulamaya kalkışırlar.
Fakat biz toplum olarak — vatandaş olarak, tüketici olarak — yasal haklarımızı yeterince bilmiyoruz.
Bizi koruyan kurumları tanımıyoruz.
Dolandırıcılarla karşılaştığımızda yasal sürece girmekten korkuyor, prosedürleri bilmiyor, uğraşmak istemiyoruz.
Ve en acısı: emeğimizden çok kolay vazgeçiyoruz.
Dolandırıcılar da işte tam bu boşluğun keyfini sürüyorlar.
Fareler delikleri severler.
Ya onların cirit atmalarına izin vereceğiz, ya kapana sıkıştıracağız, ya da delikleri tamamen kapatacağız.
Toplumda vicdanın “v”sini bile taşımayan insanların varlığını kabullenmek, sizi her ticari etkileşimde bir kez daha düşünmeye davet eder.
Başınıza iş açmadan önce aklınızı başınıza toplamak bir güç ve özgürlüktür. Kurnazların haddini ancak akıl cambazları bildirecektir.
Unutmayın:
Emek, sadece para değildir.
Emek — vaktinizdir, enerjinizdir, inancınızdır, güven duygunuzdur, umudunuzdur, hatta ruh sağlığınızdır.
Bunların hiçbirini birilerinin haksız kazanç hırsı için harcatmayın.
Sizin haksızlık karşısındaki mücadeleniz, bu tür kemirgenlerin hızını kesecek; başkalarının mağduriyetini de önleyecektir.
Vicdanlı insanlar kendilerine sahip çıktığında, çakalları sırtlanlarla baş başa bırakacaktır.
Hanife KOŞAR