“Devlet” dediğimiz şey, aslında tek bir iradenin yönettiği bir yapının adıydı. 600 yıllık bu monarşik düzenin son yüzyılında, Meşrutiyet adıyla bir deneme yapıldı — halkın bir nebze söz sahibi olması hedeflendi. Ancak o da tam anlamıyla işlemedi. Yüzyılların alışkanlığı, güçle birlikte gelen otorite, kolay kolay yerini paylaşmak istemedi.
Sonra bir yiğit çıktı, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” dedi. Cumhuriyet ilan edildi.
Aslında bu toprakların görebileceği en ileri yönetim biçimi buydu: Halkın kendi kendini yönetmesi, iradesini bir kişiye değil, kendi ortak aklına teslim etmesi.
Ama ne yazık ki, cumhuriyetin ruhu tam anlamıyla hayata geçirilemedi.
Monarşiden Oligarşiye, Oligarşiden Gerisin Geri
Bir nevi oligarşik düzenin içine sıkıştık — azınlığın çoğunluk üzerinde hüküm kurduğu, gücün birkaç el arasında dolaştığı bir siyasal yapı… Cumhuriyet adı var ama içi dolmayan bir kavram gibi.
Cumhuriyetin gerçek sahipleri — yani cumhurun kendisi — hep kenarda beklemek zorunda kaldı.
Son 15 yılda ise bu oligarşik dengeler bile eridi; karar alma gücü giderek tek bir merkeze, tek bir iradeye kaydı.
Yani aslında bir çeşit modern monarşi görüntüsüne geri döndük.
Cumhuriyet Bayramı mı, Hatırlama Günü mü?
Cumhuriyet Bayramı yaklaşıyor…
Törenler yapılacak, nutuklar okunacak, bayraklar asılacak. Ama sormak gerek:
Gerçekten cumhur mu kutluyor bu bayramı, yoksa cumhuriyetin gölgesinde kalan bir halk mı?
Bugün, “cumhuriyet” sadece takvimde bir tarih olarak duruyor.
Özde ise halk; ekonomik olarak eziliyor, siyasal olarak bastırılıyor, fikirsel olarak kutuplaştırılıyor.
Siyasi partiler bile artık halkın değil, kendi dar kadrolarının çıkarlarına hizmet ediyor.
Oligarşik düzen farklı kılıklarda kendini sürdürürken, yurttaş bilinci zayıflatılıyor.
Ve biz hâlâ, her 29 Ekim’de “yaşasın Cumhuriyet!” diye haykırıyoruz — ama yaşatamadığımız bir şeyi kutluyoruz aslında.
Sistemi Suçlamak Yetmez
Elbette sistem böyle kurgulanmış.
Ama bir diğer gerçek de şu: Sistemi sürdüren biziz.
Sessiz kaldıkça, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dedikçe, özgürlüğün yerini konfor aldı.
Cumhuriyet, halkın yalnızca oy verdiği değil, her gün sesini duyurabildiği bir düzendir.
Oysa biz sadece seçim günleri hatırlıyoruz yurttaş olduğumuzu.
Gerçek cumhuriyet, sandıkta değil, sokakta; okulda, medyada, adliyede; yani yaşamın her alanında var olmalı.
Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil; bir bilinç, bir duruştur.
Bu bilinci yeniden kazanmadıkça, törenler süs, marşlar gürültü, bayraklar sadece kumaş olur.
Cumhuriyet Bayramı’nı gerçek anlamda kutlamak istiyorsak, önce cumhuru yeniden söz sahibi yapmamız gerekiyor.
O zaman, o kırmızı bayraklar gerçekten dalgalanır — çünkü o zaman, cumhur gerçekten bayram eder.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Gültekin Kutsal
Cumhuriyet: Sözde Bayramlar, Özde Sessizlik
Cumhuriyet: Sözde Bayramlar, Özde Sessizlik
“Devlet” dediğimiz şey, aslında tek bir iradenin yönettiği bir yapının adıydı. 600 yıllık bu monarşik düzenin son yüzyılında, Meşrutiyet adıyla bir deneme yapıldı — halkın bir nebze söz sahibi olması hedeflendi. Ancak o da tam anlamıyla işlemedi. Yüzyılların alışkanlığı, güçle birlikte gelen otorite, kolay kolay yerini paylaşmak istemedi.
Sonra bir yiğit çıktı, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” dedi. Cumhuriyet ilan edildi.
Aslında bu toprakların görebileceği en ileri yönetim biçimi buydu: Halkın kendi kendini yönetmesi, iradesini bir kişiye değil, kendi ortak aklına teslim etmesi.
Ama ne yazık ki, cumhuriyetin ruhu tam anlamıyla hayata geçirilemedi.
Monarşiden Oligarşiye, Oligarşiden Gerisin Geri
Bir nevi oligarşik düzenin içine sıkıştık — azınlığın çoğunluk üzerinde hüküm kurduğu, gücün birkaç el arasında dolaştığı bir siyasal yapı… Cumhuriyet adı var ama içi dolmayan bir kavram gibi.
Cumhuriyetin gerçek sahipleri — yani cumhurun kendisi — hep kenarda beklemek zorunda kaldı.
Son 15 yılda ise bu oligarşik dengeler bile eridi; karar alma gücü giderek tek bir merkeze, tek bir iradeye kaydı.
Yani aslında bir çeşit modern monarşi görüntüsüne geri döndük.
Cumhuriyet Bayramı mı, Hatırlama Günü mü?
Cumhuriyet Bayramı yaklaşıyor…
Törenler yapılacak, nutuklar okunacak, bayraklar asılacak. Ama sormak gerek:
Gerçekten cumhur mu kutluyor bu bayramı, yoksa cumhuriyetin gölgesinde kalan bir halk mı?
Bugün, “cumhuriyet” sadece takvimde bir tarih olarak duruyor.
Özde ise halk; ekonomik olarak eziliyor, siyasal olarak bastırılıyor, fikirsel olarak kutuplaştırılıyor.
Siyasi partiler bile artık halkın değil, kendi dar kadrolarının çıkarlarına hizmet ediyor.
Oligarşik düzen farklı kılıklarda kendini sürdürürken, yurttaş bilinci zayıflatılıyor.
Ve biz hâlâ, her 29 Ekim’de “yaşasın Cumhuriyet!” diye haykırıyoruz — ama yaşatamadığımız bir şeyi kutluyoruz aslında.
Sistemi Suçlamak Yetmez
Elbette sistem böyle kurgulanmış.
Ama bir diğer gerçek de şu: Sistemi sürdüren biziz.
Sessiz kaldıkça, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dedikçe, özgürlüğün yerini konfor aldı.
Cumhuriyet, halkın yalnızca oy verdiği değil, her gün sesini duyurabildiği bir düzendir.
Oysa biz sadece seçim günleri hatırlıyoruz yurttaş olduğumuzu.
Gerçek cumhuriyet, sandıkta değil, sokakta; okulda, medyada, adliyede; yani yaşamın her alanında var olmalı.
Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil; bir bilinç, bir duruştur.
Bu bilinci yeniden kazanmadıkça, törenler süs, marşlar gürültü, bayraklar sadece kumaş olur.
Cumhuriyet Bayramı’nı gerçek anlamda kutlamak istiyorsak, önce cumhuru yeniden söz sahibi yapmamız gerekiyor.
O zaman, o kırmızı bayraklar gerçekten dalgalanır — çünkü o zaman, cumhur gerçekten bayram eder.